Antropolog Prof. Mahir Şaul ile Söyleşi
Nevra Zehra Babürşah
“İmalat ve hizmet sektörleri, göçmen işçiler olamasa felç olur; dış ticaret de ufak bir darbe yer. Hem genç yaşta ve kuvveti yerinde hem de eğitim ortalaması nispeten yüksek bir grup insan, erkek ve kadın; çalışma amacıyla ülkeye geliyor. Buna normal olarak sadece ‘Talih kuşu, başımıza konmuş.’ denir. Ama işçi çevrelerinde ‘Ücretleri düşürüyorlar.’ diye bir kaygı var, kimi semtte kiralar artıyor, kalabalıklaşma var, vesaire gibi daha geniş bir tüketici kaygısı da dile getiriliyor. Bu rahatsızlıklar hafife alınamaz, ama tanıyı dikkatli koymak gerekiyor.”
Otuz yıldır, dünyanın farklı yerlerinden göç alan ülkemizde, göçmenlerin toplum ve iş hayatına katılması farklılıklar gösteriyor. Yerleşik halkın “göçmen” algısı ve onlar üzerindeki tavrı da benzer şekilde birbirinden ayrı oluyor, zaman içerisinde de aynı yönde ilerlemeyen gelişmeler vuku buluyor. Uluslararası göçmen statüsünde olan insanlar şimdilik gelip çalıştıkları, bazen uzun yıllar geçirdikleri Türkiye’de uzun vadeli olarak kalacak mı? Kalmak istiyor mu? Bu konuda genel geçer bir söz söylenebilir mi? Hükümetin değişik göçmen grupları için benimsediği politikalarla, sokakta onlar için gösterilen tavırlar aynı şekilde gelişmeyebiliyor. Diaspora meselesi ve asimilasyon sürecinde ev sahibi ülkelerin; göçmenlere karşı şiddet, ayrımcılık ve reddedilme noktasında gösterdikleri sert tepkiler, kuşkusuz kişisel travmatik sonuçlar doğuyor. Bu durumda göçün yönetilmesi mi entegrasyonu mu daha önemlidir? Önce insan, sonra bir sosyolog sonra da bir gazeteci olarak savaşın ortasında kalmış çocukları, kadınları, yaşlıları ve açlıkla – hastalıkla mücadele eden tüm bireylerin hayatlarını önemsiyorum. Bu, çok yönlü karmaşık konunun bir yüzünü ve Türkiye’nin dış göç dinamiğini; Antropolog Prof. Dr. Mahir Şaul ile konuştuk. Prof. Şaul, 12 yıldır Türkiye’deki Sahra altı Afrikalı göçmenler üzerine ayrıntılı araştırmalar sürdürüyor. Değişik uluslararası araştırma fonları ile yürüttüğü bu araştırmalara son olarak 2021 yılında TÜBİTAK’ın Uluslararası Lider Araştırmacılar Programı çerçevesinde devam etti. Daha önce uzun yıllar Sahra altı Afrika’da alan araştırmaları yapmış olması, bu alanda uzun bir yayın listesine sahip olması, Türkiye’deki Afrikalı göçmenler üzerine yeni bir bakış getirmesi beklentisi doğuruyor
Türkiye’de yaşayan Afrikalı göçmenleri, “Afrika diasporası” olarak ele alabilir miyiz? Evetse, Afrika diasporası gerçek anlamda Türkiye’de hangi yıllarda ve nasıl oluşmaya başladı?
Doğup büyüdükleri ülkeden ayrıldıktan sonra yabancı gibi görüldükleri başka bir ülkede yaşayan, ama doğdukları topraklara toplu olarak bağlılıklarını yine de sürdüren insanlardana bazen ”diaspora” diye söz etmek uygun görülüyor. Gurbette yaşarken, aralarında eski anavatana bağlılık bakımından geliştirdikleri kuvvetli ilişkiler göçmenlere belirgin bir toplumsal grup özelliği kazandırıyor. Afrikalı bazı göçmenlerde böyle bir yan var. Yalnız bu noktada Afrika’da pek çok ülke olduğunu, değişik diller ve kültürlerle yoğrulmuş olarak yaşadıklarını göz önünde tutmak gerekiyor. Göçmenlerin çoğu kendi ülkelerine, zaman zaman da bağlı oldukları etnik/dil kümelerine yakınlık duyuyor. Dolayısıyla, diaspora şeklinde bir aidiyet ve dayanışma doğduğu zaman, ulusal kimlik veya etnik kimlik temeli üzerinde oluşuyor. Sözgelimi, Senegalliler, Nijeryalılar, Kongolular veya Kamerunlular diye iletişim ve dayanışma toplulukları gözlemliyoruz. Zaten bu ulusal göçmen gruplarının resmi veya yarı-resmi dernekleri de var, bayramlarda veya başka vesilerle kutlamalar, toplantılar gerçekleştiriyorlar. Bir de çalışma hayatına katılan göçmenlerden başka, büyük bir üniversite öğrenci kitlesi var. Onlar da ayrıca örgütleniyor, çünkü geleceğe yönelimleri, Türkiye’deki ilişkileri biraz değişik. Sonuç olarak, belki de göçmen Afrikalılar birçok diasporalar oluşturuyor diyerek bu fikri çoğul şekilde ifade etmek gerekiyor. Öte yandan, Sahra altı Afrikalılara karşı basmakalıp önyargılar, medyada karikatürümsü klişelerle karşılaştıkları zaman ulusal sınırlarının dışına çıkıp ”siyah derili insanlar” veya Afrikalılar olarak da tepki gösterebiliyorlar; o zaman ‘Acaba genel bir Afrika diasporası da mı oluşuyor?’ diye insan soruyor kendine ama böyle geniş bölgesel bir kimlik, benim gördüğüm kadarıyla pek sık ortaya çıkmıyor.
Avrupa, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerine göç etmek isteyen bazı Afrikalı göçmenlerin, umut tacirleri tarafından kandırılarak Türkiye’ye getirildiği şeklinde ifadelerle karşılaşıyoruz. Bunlardan çoğu, büyük şehirlerde kısa bir süre yaşadıktan sonra Batı Avrupa ülkelerine gidiyor, bazıları ise Türkiye’de yaşamayı tercih ediyor veya mecburen yaşamak zorunda kalıyor. Türkiye ile diğer ülkelerin, Afrikalı göçmenlerle ilgili yasaları, onların hayatlarını nasıl etkiliyor? Afrikalı göçmenler, hangi ülkelerde daha mutlular?
”Umut taciri” terimi uluslararası göç hareketlerine siyasi politikalar çerçevesinden bakan bir cins literatürün ürünü. Sosyal bilimlerde bu konulara soğukkanlılıkla bakmaya çalışırken, bu cinsten fazla dikkati çeken ifadeleri kullanmamayı tercih ederiz. Göçmenlerin uluslarötesi hareketlerini gerçekleştirirken başvurdukları, aracılığını istedikleri bir sürü kurum ve şahıs var. Bunların kimisi kendi hemşerileri, kimisi daha önce göçmenlik yapmış deneyimli insanlar, kimisi ise gitmek istedikleri ülkelerin insanları veya uluslararası kurumlarda çalışan insanlar. Bunlar arasında özel şahıslar, devlet memurları, tüccar veya komisyon alma umuduyla iş gören irili-ufaklı iş bulma şirketleri var. Örnek olarak, bir ara Türkiye’ye geçici ticaret vizesi almak isteyen bir Afrikalı için buradaki dış-satım yapabilecek alanlarda iş gören bir firmadan müşterimizdir diye davet mektubu almak büyük kolaylık sağlıyordu. Firmalar, bu davetiyeleri daha önceden bildikleri Afrikalı ticaret erbabına gönderdiği gibi bilmedikleri ama gelip ileride müşteri olma ihtimali olan insanlara da gönderiyorlardı. Ama bu gelen insanlar bazen sadece mal alıp satmak üzere hemen kendi ülkelerine döneceklerine, kalıp biri-iki yıl Türkiye’de çalışarak para biriktirmeye karar veriyordu. Böylece küçük ölçekli tüccar olmaktan ”kayıtsız göçmen” olma durumuna geçiyorlardı. Şimdi, bu davet mektubu temininde aracı olan bazı insanlar vardı. Bunlar bu aracılığı ya iyilik olsun diye ya işlerini geliştirme umuduyla ya da kısa vadeli bir menfaat karşılığı yapıyordu. Bu, benim konuşmalarım-sohbetlerim sırasında öğrendiğim birçok değişik durumdan sadece biri. Türkiye’ye gelen Afrikalı veya Asyalı göçmenlerin ille de Batı Avrupa’ya geçmek istediği Avrupa’daki siyasi çevrelerin ve onlara tepki halinde olan bazı araştırmacıların bir saplantısı. Bunun doğru olamadığı defalarca yazıldı, gözlemlerle ispatlandı, teoremler ve açıklamalar geliştirildi. Afrika ülkelerinin birinden Türkiye’ye göçmen olarak gelmeyi göze almış bir insan hem çok gözü pek ve cesur oluyor hem de bu dava uğruna büyük fedakarlıklar yapıyor. Bir servet harcıyor. Bir tasavvur edin. Böyle bir insan elbette en iyi imkanların olduğu yere gitmeye çalışacak. Ama hareketlilik, göçmen adayının önceden bildiği insanlar, ilişkiler ağı ve tabi ki değişik zengin ülkelerdeki vize ve göçmen kanunları ve uygulamaları ile kısıtlanıyor. Göçmen adayı bunları hesaba katmak zorunda! Türkiye’ye sadece ücretli iş bulma umuduyla değil ufak bir ticaret niyetiyle de geliyor. Türkiye’ye göçmen akınının tarihsel olarak başlangıç noktalarından biri bavul ticareti. Küçük çaplı ticaret hâlâ iş göçmenliği ile el ele gidiyor. Ama birkaç yıl geçirdiği ülkede yeni dostluklar geliştiren ve değişik imkanların farkına varan bir göçmen, başka bir ülkeye geçip sansını orada denemeyi seçebiliyor. Uluslararası deneyim ve yeni bilgiler, başka türlü tavırlar oluşturuyor. Hayatlar değişiyor muhakkak ve bununla birlikte kavrayışlar, risk alma eğilimi de değişiyor. Bu yüzden, göçmenlerin nerede daha mutlu oldukları da kestirme ve genel bir şekilde ifade edilemez. Türkiye’de yıllarca çalıştıktan sonra çok başarılı olmuş, bir fatih edasıyla ülkesine geri dönmüş eski göçmenlerle karşılaştım. Ama çok sıkıntı çeken, başka bir yabancı ülkeye gitmemiş olduğuna hayıflanan çok göçmen de var. Bazılarının durumu zaman içinde değişiyor, iyiye doğru eviriliyor, ama hüsranla devam eden çok göçmen hikayesi de var.
Geçtiğimiz yıl Türkiye’nin sınır kapılarını açmasıyla birlikte ülkemizde yaşayan ve Yunanistan’a geçmek isteyen binlerce mülteciye, Edirne sınır kapısında Yunan askerleri tarafından otomatik silahlarla ateş açıldı, ses bombası ve biber gazıyla müdahale edildi biliyorsunuz. Yine geçtiğimiz hafta Sakız Adasına geçmek isteyen 7 göçmen, Yunan askerleri tarafından elleri kelepçeli bir şekilde denize atıldı ve maalesef 3’ü hayatını kaybetti. Yunanistan ile sürekli yaşanılan bu mülteci krizlerini ve Yunanistan’ın bu insanlık dışı tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ulusararası göçmenlerin durumu maalesef Türk hükümeti ile Avrupa Birliği idaresi arasında bir koz olma durumuna girdi, bunun bir parçası olarak da Avrupa Birliğinin sınır kapısı olan Yunanistan’la ilişkileri olumsuz etkiliyor. Bu konuya yalnız milliyetçi değil aynı zamanda evrensel insan hakları açısından yaklaşmaya çalışmak iyi olur ve tabi ki Türkiye’deki aydınlara düşen biraz göçmenlerin bakış açılarını özümsemeye çalışıp, kendi ülke politikalarına da eleştirel bir bakış yöneltebilmek. Göçmen arzularını, hareket isteğini dış politikada baskı aracı olarak kullanmak; ahlaki bir tavır değil, bunu tekrarlamaktan bıkmamamız gerekir.
Göçten kaynaklanan problemleri azaltmak için stratejik bir göç yönetimi; Türkiye’de nasıl olmalı, dünyada nasıl olmalı? İyi bir göç politikası ve düzensiz göçle mücadelede konusunda Tübitak programı çerçevesinde yaptığınız ortak çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Uluslararası göçün, Avrupa ülkelerinde ve ABD’de olduğu gibi Türkiye’de de iktisadi hayata büyük olumlu etkisi var. Bunu anlamak için çevremize bakmamız yeterli. İmalat ve hizmet sektörleri, göçmen işçiler olamasa felç olur; dış ticaret de ufak bir darbe yer. Hem genç yaşta ve kuvveti yerinde hem de eğitim ortalaması nispeten yüksek bir grup insan; erkek ve kadın, çalışma amacıyla ülkeye geliyor. Buna normal olarak sadece ‘Talih kuşu, başımıza konmuş.’ denir. Ama işçi çevrelerinde ‘Ücretleri düşürüyorlar.’ diye bir kaygı var, kimi semtte kiralar artıyor, kalabalıklaşma var, vesaire gibi daha geniş bir tüketici kaygısı da dile getiriliyor. Bu rahatsızlıklar hafife alınamaz, ama tanıyı dikkatli koymak gerekiyor. Göçmenler, yerleşme izinleri olsa da olmasa da çoğu zaman çalışma hukukunun getirdiği güvencelerden yararlanamıyor. Bazen işverenin istismarına maruz kalıyorlar. Bu da hem onları mağdur ediyor hem de düşük maliyetli ücretliler olarak kanunun getirdiği güvencelerden ve sendikal haklardan yaralanabilen yerli işçilere zarar veriyor. Göçmenlerin asgari ücret, çalışma saatleri, sağlık sigortası ve ücretli izin gibi haklardan yararlanması, vize durumları ne olursa olsun, sendikal koruma şemsiyesi altına alınması yurttaş olan ve olamayan bütün çalışan insanların lehine olacaktır.